DİN AKILLA ANLAŞILIR MI?
İslam açısından insanın dini ya da dünyevi yükümlülüklerle
sorumlu olmasının ön şartlarından birisi sağlıklı çalışan bir akıl melekesine
sahip olmasıdır. Bunun da ötesinde, Kur’an‘ın beyanıyla Akıl, insan için
ilkesel olarak vazgeçilmez bir bilgi kaynağıdır. Nitekim Allah pek çok ayette
“Düşünün”, “umulur ki düşünürseniz”, “düşünmüyor musunuz?”, “Akletmez misiniz?”
( örneğin Bk. Bakara 2/231; Al-i imran 3/65, 103; En’am 6/50) gibi ifadelerle
doğruya ulaşmak ve yanlış inanç ve davranışlardan uzaklaşmak için aklı kullanmayı
emreder. Bunun yanı sıra aklın delalet ettiği gücü ve bilgiyi iyi
kullanmadıkları için kafirleri “… Onlar
sağırdırlar, dilsiz diller, kördürler; onlar akıllarını da kullanmazlar.“ (
Bakara 2/171) gibi ifadelerle kınar; “
O, aklını kullanmayanlara kötü bir azap verir.” ( Yûnus 10/100) buyurarak
aklı doğru kullanma noktasında insanları uyarır ve aklını kullananların
cehennem azabından kurtulacaklarını ifade eder (Mülk 67/10).
Bir yandan dinin özellikle inanç alanında ortaya koyduğu
temel ilkelerin pek çoğuna bizzat akılla ulaşabilmek mümkün olduğu gibi, bir
yandan da bu ilkeler, doğru düşünen bir akıl tarafından imkansız veya saçma
bulunmayacak, kolayca kullanılabilecek hususlardır. Zaten Kuranı kerim, en
başta Allah’ın varlığı ve birliğinin ispatı hususunda doğrudan insan aklına
hitap etmekte, duyu organlarıyla gözlemlediği bir bütün olarak evrenin ve
burada yer alan tüm varlıkların kendiliğinden ortaya çıkmış olamayacağını,
burada görülen düzen ve hikmetin ancak her türlü yetkinliğe sahip bir yaratıcı
tarafından var edilmesi ile açıklanabileceğine vurgu yapar. Allah’ın ispat
sadedinde yaptığı vurgular da tamamen aklidir ve örneğin buyurur ki; “ eğer yerde ve gökte Allah’tan başka
ilahlar olsaydı, kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu.” (Enbiya 21/22).
Bu yetkinliklere sahip olan ve dolayısıyla hikmet sahibi
olduğu da bilinen yaratıcının, diğer tüm varlıklar gibi insanı da boş yere
yaratmış olamayacağı, dolayısıyla insanın yaratılmasının bir hikmeti olduğu,
yaratılma ve kendisine imkanlar verilmesinin karşısında insanın mutlaka belli
yükümlülüklerinin bulunması gerektiği, bu yükümlülükleri yerine getirip
getirmemesine göre bir mükafat ve ceza mekanizmasının bulunacağı gibi hususlar,
insanın düşünerek en azından ana hatlarıyla ulaşabileceği ilkelerdir. Yine
yaratıcının, saydığımız özellikleri doğrultusunda insana yol gösterici ve
uyarıcı şahıslar, yani peygamberler göndermesi de aklen kabul edilebilecek
hususlardandır. Bütün bunlardan hareketle, temel inanç ilkelerinin en akıl dışı
olmadığı bir gerçektir. Çünkü İslam, akla hitap etmekte bir insan fıtratına
uygun ilkeler sunmaktadır. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, sadece akıl
üzerinden ortaya konulan bir sistemin din olabilmesi söz konusu değildir. Din
sonuçta vahiy kaynaklıdır ve akıl sahibi insanları kendi hür iradeleriyle bu
dünyada doğru bir yaşayışa ve bunun neticesinde ahirette de kurtuluşa erdirmek
amacıyla Allah tarafından konulmuş kurallar bütünüdür. Yüce Allah bu gayeyi gerçekleştirmek
için esasen aklıyla bulunabilmesi mümkün olan hususlarda insanı desteklemek ve
bir anlamda işini kolaylaştırmak, bunun yanı sıra akılla bilinmesi ve
ulaşılması mümkün olmayan hususlarda da yol göstermek için peygamberler
göndermiştir. Zira iman konusu olan meselelerden bir kısmının da salt akılla
bilinmesi mümkün olmayıp bunlar hakkındaki bilgi sadece vahyin bildirmesine
bağlıdır. Örneğin görünmeyen varlıklar olan meleklerin özellikleri, ölüm
sonrasındaki haller, ahiret hayatının ne şekilde gerçekleşeceği konusunda,
insan aklıyla bilgi elde edemez. Bu hususta sadece Allah ve Hz. Peygamberin
(s.a.v) bize aktardığı veriler üzerinden konuşulabilir.
İşin bir başka boyutu da insanın kulluğunun önemli
unsurlarından olan ibadetlerdir. İnsanın akla dayanarak Allah’a kulluk görevini
nasıl yerine getireceğini tespit etmesi, yani ne şekilde ibadet edeceğini
bilmesi mümkün değildir. Namaz, oruç, hac, zekat, adak, kurban gibi ibadetlerin
zamanı, şekli, sayısı, şartları gibi hususların tek belirleyicisi yüce
Allah’tır. Bu bilgilere ancak peygamberlerin getirdiği bilgiyle ulaşılır. Hatta
bu gibi ibadetlerin bir kısmı salt akılla düşünüldüğünde kavranması zor dahi
olabilir. Örneğin akıl hayvan kesmenin, yani bir anlamda bir cana kıymanın kötü
olduğunu söyleyebilir; ancak din bize belli şartlarda bunu vacip kılmaktadır.
Akıl, nihayetinde taştan inşa edilmiş bir yapı olan Kabe’nin etrafında dönmenin
gereksiz bir eylem olduğunu iddia edebilir. Ancak Allah hac ve umre ibadetinde
Bunun hem de belli sayılarda ve belli şekli şartlar yerine getirilerek yapılmasını
farz kılmıştır. Hz. Ömer’in Hacer-i esved’e hitaben söylediği “ Ey taş! Biliyorum ki, sen bir taşsın, ne
fayda ne de zarar verebilirsin. Eğer Allah Resul’ünün seni öptüğünü görmeseydim
seni asla öpmezdim.“ sözü bana bir örnek teşkil eder.
Şu halde anlaşılmaktadır ki din huzurunda aklın söz sahibi
olduğu ve kavrayabileceği anlar olduğu gibi, asla hakkında hüküm vermeyeceği
anlar da vardır ve bunların hikmeti akıllı anlaşılabilir. Kişi Allah ve Hz. Peygamber
tarafından emredildiğini bilip kabullenmek ve dolayısıyla sadece kulluğun bir
gereği olarak bunları yerine getirmekle mükelleftir. Bu gibi alanlarda salt
aklın verileriyle sorgulama yapılması doğru değildir.
KAYNAKÇA
Karadaş, C.
(2019). İnanç Konusunda Bilinmesi Gereken 88 soru. İstanbul: Beyan
Yayınları.